27 Ağustos 2009 Perşembe

Mesnevi Cilt I, B.615-638

...


Sen beytin tefsirini Kur'an'dan oku Allah "Attığın zaman sen atmadın"* dedi.


Biz bir ok atarsak, atış, bizden değildir. Biz yazyız, o yayla ok atan, Allah'tır.


Bu "cebir" değil, cebbarlığın mânasıdır. Cebbarlığı anış da, ancak Allah'a tazarru ve niyaz içindir.


Bizim figanımız muztar ve kudretsiz olduğumuzun delilidir. Yaptığımızdan utanmamız da elimizde ihtiyar olduğuna delildir.


Yapıp yapmamada ihtiyarımız varsa utanma ne? Bu acıklanma, bu utanış, bu teeddüp ne?


....

....


Hak'kın cebrinden agâh isen faryâdın nerde? Cebbarlık zincirini görüşün hani?



Zincire bağlanan nasıl olur da neşelenir? Hapiste esir olan, nasıl hürlük eder?



Eğer ayağını bağladıklarını, başına padişah çavuşları dikildiğini görüyorsan.



Gayrı sen de âcizlere çavuşluk etme. Çünkü bu vazife âcizlerin huyu ve tabiatı değildir.



Mademki görmüyorsun: Tanrı'nın cebrinden bahsetme! Görüyorsan hangi gördüğünün nişanesi?


Hangi işe meylin varsa o işte kendi kudretini apaçık görür durursun:



Hangi işe meylin ve isteğin yoksa... Bu, Allah'tandır diye kendini Cebrî yaparsın!



Peygamberler, dünya işinde Cebrîdirler, kâfirler de ahiret işinde.



Peygamberlerin, ahiret işinde ihtiyarları vardır, cahillerin de dünya işinde.



...





*Bedir Harbinden bahsedilirken Kur'an'da "Onları siz öldürmediniz, Allah öldürdü. Ok attığın zaman sen atmadın, Allah attı." denmektedir. (Enfâl / 17)





MEB Yayınevi, Basım 1988

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Merhamet Nedir??

...



Ferdî şahsiyeti olan insan, merhamete düşkündür, aşkı yüceltir. Merhamet, belki bütün aşkımızın kaynağıdır. Nefsimizi acınan varlığın yerine koyarak böyle elim bir karşılaştırmadan elde edilen egoist duygu, merhamet değildir. O, olsa olsa, nefsimiz için duyulan derin bir korkunun maskelenmiş çehresidir. Merhamet, âlemşümûl bir ruh hareketi, sonsuz bir sevgidir. Belki başkalarını nefsimizden fazla sevdiğimiz halde herşeyin fâni olduğunu düşünmemiz ve bunu isbat eden müşahhas bir hâdise ile karşılaşmamızdır. Merhamette ilâhî bir sima barınır. O, kin ve garazkârlık gibi, egoizm ve kuvvetten de nefret edicidir. Hazreti İsa, egoizmin en aşırı iki kutbunu temsil eden, muharebe ve cinsî arzulardan iğreniyordu. Merhamet, insanî zaaflar cinsinden pasif bir ruh hali değildir; insanın kendine üstün bir kudretin, ebedî olması istenen varlığın zevâlini seyretmesidir. Sanki bizde fâniliği temaşa eden ebedî varlığın kendisindeki ebedîlikte huzurundaki acz ile çırpınan fâniliğin arasında kendine mahsus ve mutlak bir tezadı yaşaması halidir. Bu cevherin insana nüfûz ettiği nadir anlarda, aşk ile merhametin sımsıkı birleştiğini görüyoruz. Bu hallerde insan, kendi üstüne yükseldiğini ve adetâ tanrılaştığını duyuyor.




...





Nurettin Topçu, "Yarınki Türkiye" / "Cemiyetin Ruhu"

12 Ağustos 2009 Çarşamba

...

"Mutlu olmak korkunç bir şeydir!
Nasıl da onunla yetinilir. Nasıl da onun yeter olduğu sanılır.
Nasıl da hayatın yalancı amacı olan mutluluğu elde edince,
gerçek amaç olan ödev unutuluverir.."

V. Hugo

Şiir Şehir İstanbul


İstanbul güzelliğin kımıldayan adıdır... Madde ile mânânın iffetli buluşması... Bir gül kokusudur o, bir münâdi çağrısı... "Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar/ Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar".


Fetihtir, fatihadır... "Bu şehr-i Stanbul ki, bî-mislü bahadır/ Bir sengine yekpâre Âcem mülkü fedâdır". İmân, ışık ve duâ... Tarihin, estetiğin, var oluşun destanı... "Bulutla şaha kalkmış Fatih'ten kalma bir kır at". Ayasofya içinde secde ederken Bizans, adı İslâm-bol olur, Konstantinepolis'in... Haşmetlû bir pâdişah ferman eder cihana. "Bilesüz bundan böyle Hak üzredir İstanbul". Sefer-i Hümâyûnla Budin'e ulaşır ses: "İslâm'ın ışığı yaymaktır muradımız!..."



Ve nihayet kirinden arınır köhne tarih... Çağlara rahmet gelir.. Esirgeyen, bağışlayan bir rahmet... Minareler kıyamda, güller kıraattadır... İstanbul, gök-aynada mâvera titreşimi... İstanbul şiir şehir, göğün nefes alışı... Kubbelerde efsunlu bir rüzgâr dalgalanır.. Püfür püfür esinti: "Deryada sonsuzluğu fikretmeye ne zahmet/ Al sana derya gibi sonsuz Karacaahmet". İstanbul, bulutlarda uçuşan bir yazmadır... "Çamlıca'da yerdedir göklerin derinliği". Suyu öper mavilik, mermerlerin rüyasıdır İstanbul. Bir belde-i muhayyel, tezyinatın uyumu, hislerin nazım şekli... Zamanlar, hatıralar, güzellikler iç içe... Yedi iklim, beş kıta meftundur bu şehrin ihtişâmına. "İstanbul'u sevmezse gönül, aşkı ne anlar?" Ruhunu dinler gibi, dinler bu şehri insan: "Başında eski âlemlerin sarhoşluğu".



İstanbul sırrî oluş.. Anlatışa sığmaz ki. Okyanus bir bardağa koyulup içilir mi? O, "Semâ ile toprak arasında dalgalanan en güzel hat". Üstün, lâ-teşbih sanat.. Sevgi İstanbulludur, sezgi İstanbulludur.. "Ay ve güneş ezelden, iki İstanbulludur..."



Ufukta bir silûet, bir fecir esenliği.. Bir müezzin insanı ötelere çağırır: "Şahadet parmağıdır göğe doğru minare:/ Her nakışta o mânâ: öleceğiz ne çare?" Belli: Bütün mesele "bilinmezi" bilmektir. Eşyanın ötesini.. "Seyret Sultanahmet'i/ Öyle bak, öyle ısın./ Belki açmaz bir daha çiçekleri Mayıs'ın".



Ve nihayet İstanbul, bir mânâ aramaktır:
"O mânâyı bul da bul!
İlle İstanbul'da bul!
İstanbul,
İstanbul..."




Olcay Yazıcı / Kitapsız Toplum

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Nazar

Gece, Leyla'yi ayın on dördü
Koyda tenha yıkanırken gördü.
"Kız vücudun ne güzel böyle açık!
Kiz yakından göreyim sahile çık!"
Baktı etrafına ürkek, ürkek
Dedi:"Tenhada bu ses nolsa gerek?"
"Kız vücudun sarı güller gibi ter!
Çık sudan kendini üryan göster!"
Aranırken ayın olgun sesini,
Soğuk ay öptü beyaz ensesini,
Sardı her uzvunu bir ince sızı;
Bu öpüş gül gibi soldurdu kızı.
Soldu, günden güne sessiz, soldu!
Dediler hep: "Kıza bir hal oldu!"
Ta içindendi gelen hıçkırığı,
Kalbinin vardi derin bir kırığı.
Yattı, bir ses duyuyormuş gibi lâl.
Yattı, aylarca devam etti bu hâl.
Sindi simasina akşam hüznü,
Böyle yastıkta görenler yüzünü,
Avuturlarken uzun sözlerle,
O susup baktı derin gözlerle,
Evi rüzgar gibi bir sır gezdi,
Herkes endişeli bir şey sezdi.
Bir sabah söyledi son sözlerini,
Yumdu dünyaya ela gözlerini;
Koptu evden acı bir vaveyla,
Odalar inledi: "Leyla! Leyla!"
Geldi köy kizları, el bağladılar...
Diz çöküp ağladılar, ağladılar!

Nice günler bu seametli ölüm,
Oldu çok kimseye bir gizli düğüm;
Nice günler bakarak dalgalar,
Dediler: "Uğradı Leyla nazara!"

Yahya Kemal Beyatlı

7 Ağustos 2009 Cuma

...

"Topkapı Sarayı'nda oturan bir devlet başkanına sahip cemiyetin duyguları ile, Ihlamur Kasrı'na sığınmış bir devlet başkanına sahip olan bir cemiyetin duyguları, hisleri, anlatım ve ifade vasıtaları aynı olamaz. Tuna'dan Yemen'e bir devletin tabâsı olmanın, vatandaşı olmanın getirdiği ahvâl başka, Meriç'le Fırat arasındakinin başkadır. Bu hiçbir zaman toprak egemenliği falan filan meselesi değildir. Zamanla beraber sanatın ifadesinin değişmesi çok tabii bir şeydir. Deden otuz odalı evde oturuyordu, sen üç odalı evde oturuyorsun. O kadar değiştik."

Ömer Tuğrul İnançer