Barış Manço diyor ki...
-Dünyanın en iyi anlatım dilinin anadilim olduğuna inanıyorum.
Türkçe'nin çok muazzam bir esnekliği olduğunu düşünüyorum.
İki buçuk yaşındaki çocuğun anlayabileceği şekilde de anlatabiliyorum şarkılarımı.
Kırk yıl kafasını çalıştırsa da bu "adam ne demek istiyor?" diye zorlanılacak şekilde de anlatabiliyorum.
-Biz, kelimelerle, melodilerle, ezgilerle direkt gönüllere girme savaşı veriyorduk.
Zaten gönüllere girseniz çıkmıyorsunuz.
Şimdiki arkadaşlarımızın kavgaları gönle girmek değil,insanların eklem yerlerine hitap ederek gözlerine
girmek sadece.
Adı üzerinde zaten; göze girenler de hemen gözden çıkıyor.
-İstanbul doğumluyum; Galatasaray Lisesi'nde okudum;
Belçika Kraliyet Akademisi'ni bitirdim.
Otuz sene Fransızca konuştum.
Bu açıdan bakılınca batı kültürü ile yetişmiş bir adam olarak görünüyorum.
Anadolu topraklarını ilk olarak 19 yaşındayken gördüm.
55 yıllık yaşamımın büyük bir bölümünü yabancı ülkelerde konuşarak ve yaşayarak geçirdim.
Ona rağmen hâlâ kendi dilimden, kendi dînimden ve halkımdan kopmadım.
Diğer insanlar 15 günlük tura gidince hemen dönüyorlar ve gittikleri ülkenin dili ile konuşuyorlar.
Ben dilimi 35 yıldır bozamadım 15 günde bir insanın dili Türkçe'den kayabiliyorsa o insanın geninde bozukluk vardır.
Bakıma ihtiyacı vardır böyle insanın.
Geçen Ramazan ayında Kudüs'teki çekimlerimde Kudüs'te yaşayan,
Anadolu'dan 80 sene önce göçmüş bir Ermeni ailesi bizi iftara davet ettiler.
Biz bunu Ramazan ayında yayınladıktan sonra bir sürü vatandaşımız tekrar yayınlanmasını istediler.
Burada garip olan şu: Bu aile 80 sene önce Türkiye'den göçmüş; anne-baba ve çocuklar orada doğmuşlar.
Torunlar da orada doğmuş ve senden benden iyi Türkçe konuşuyorlar.
İnsanları etkileyen de sanırım bu durumdu.
Ama öte taraftan İstanbul'lu bir aile 15 günlüğüne Venedik'e gidiyor. Bir bakıyorsun dili dönmüş.
-Türkiye'de spor neyse müzik de odur.
Türkiye'yi idare edenler ne kalitedeyse müzik de odur.
Türkiye'nin bakkalı ne kadar namusluysa müzik de odur.
Bu imparatorluğu biz yapan değişik unsurların birbirine saygısından kaynaklanan bir ortamdan geliyorum.
Her sabah siftah yaparken bizim esnaf birbirine hayrlar dilerdi.
Siftah yaptıktan sonra gelen müşteriyi komşusuna gönderirdi.
Şimdi böyle bir toplum var mı? O esnaf market oldu.
Zaten benim zamanımda hatırlamıyorum bir futbol maçında olay çıksın.
Bugün her futbol maçında olay çıkıyor. Tribünde çıkmasa sahada çıkıyor.
Böyle topluma böyle müzik olur. Mecliste şimdi kavga ediliyor.
Bizim zamanımızda en fazla sıra kapaklarına vurulurdu.
Şimdi meclisimizde tekme-tokattan geçilmiyor.
Bu böyle gitmeyecek tabiî. Her hareket kendi alternatifini ortaya çıkarır.
Her reaksiyon kontra reaksiyon getirir. Devamlı bir bozulmayı hiç bir toplum kaldıramaz.
-Hafızasına aldığını başkalarına da aktarabilene entelektüel denir.
Entelektüel olmak mecburiyetindeyiz.
Ama kafana yerleştirdiklerini anlatmazsan insanlara o zaman entelektüel değilsindir.
Koca koca adamlar var 70-80 yaşında hâlâ kitap yazmıyorlar. Koca bakanın anıları var.
Bu adam anılarını mezara götürüyor. Bu doğru değil. Keşke hepimizin, 60 milyon insanın kitabı olsa.
Herkes kendi hayat öyküsünü anlatsa; biz bunu okusak da faydalansak.
Mesela ben bütün edindiğim tecrübelerimi insanlara aktarmaya çalışıyorum.
Şu anda muhteşem bir olay var. Kamera, tv, video gibi onları kullanıyorum.
Benim derdim dünyayı gezmek değil. Öyle bir kaygım yok.
Kimse evinin sıcak rahatlığı varken öyle kutuplara, ekvatora gidip dolaşmaz.
İnsanlar arasında iletişim köprüsü kurmanın yaşamımdaki görevim olduğuna inanıyorum.
-Şimdi bakın herkes korkuyor; "ya Cezayir olursak, ya İran gibi olursak?".
Biz hiç bir zaman öyle olmadık ki şimdi olalım. Bu ülkede garip bir paradigma var.
Bilmeden konuşuyor insanlar. İslami tarihimizi bilmiyoruz.
Hâlâ kalkıp kendi toplumumuzu ona buna göre ölçüyorlar. Türban kavgaları da buradan kaynaklanıyor.
Kimse alınmasın ama gerçek böyle. Sen bana karışmazsan ben sana niye karışayım.
Ne yapacak bu yaştan sonra; cebinde parası yok; okumak zorunda.
Ülkücüsü de solcusu da haklı. Hepsi, kendi kafasına göre ülkeye hizmet etmek istiyor.
Dünyanın en güzel gençliği var şu anda Türkiye'de. Gençlere hep kızıyorlar.
Bizim zamanımızda da kızıyorlardı. Sağcısıyla solcusuyla türbanlısıyla sakallısıyla bunlar bizim evladlarımız.
-Kimse dünyaya sebepsiz gelmiyor. Yaradan bizi belli işleri yapsın diye göndermiş dünyaya.
Çocuklara hizmet etmek de benim görevlerim arasında. Benim içimdeki çocuk hiç büyümüyor.
Kendimin büyümediğini hissettiğim için çocuklarla hep birlikteyim.
-Biz ülke olarak teşekkür etmeyi bilmiyoruz. Teşekkür Arapça "şükran"dan gelir.
Lütfen de Farsça'dan geliyor. Türk'ün lügatinde bir şeyi isteyerek almak yok.
Öyle hani lütfen verir misin deyip arkasından da teşekkür etmemişiz.
Bu bizim bir yaramız; yaraları ortaya koyup teşhir etmez isen önleyemezsin.
Sevincimizi nasıl ifade edeceğimizi bilmiyoruz.
Maçtan takım galip çıkınca penceredeki masum vatandaşı vurabiliyoruz.
Neymiş takım gol atmış. Yerin dibine batsın böyle gol. Düğünlerimizde de böyle.
Ancak gençlerden ümitliyim. Hem politik-ideolojik görüşlerinden hem duygusal renklerinden.
Çünkü hepsi farklı. Bu gençlerin babaları tek tipti.
-Ortaya bir şeyler koyuyorsam bunların ileriki kuşaklar tarafından bilinmesini istiyorum.
Bu da ancak yazı yoluyla olacak. O açıdan ben söyleşilere büyük önem veriyorum.
Televizyon söyleşilerine o kadar sıcak bakmıyorum. Bunlar, yazılı kaldığı için daha önemli.
Genç istidat Baki Günay'ın Merdiven Sanat'ın nisan sayısında Barış Manço ile yaptığı mufassal mülakatın usaresi...
düşünen, arayan, araştıran beynini yoran sanatçılar;şüphesiz ki istisnaî değerler.
Onlar, hayat görüşlerini nesildaşları ve sonrakilerle paylaştıkça bu yolda yeni çığırlar açılır.
Düşünme ve teklif üretme külfeti herkesin borcudur. Madem ki insansın; insanlara karşı borçların var...
Entellektüel Boyut Röportajı 13.04.1998
29 Eylül 2008 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder