17 Haziran 2009 Çarşamba

Hüzün ve Melankoli

Hüzün sözcüğü bir umman. Kararlı ha ve keskin zeye sakin nunun açıldığı büyük bir sükun. Hüzünde söz de sizsiniz, sükun da. Nun’un çanağı evren ve dağdağa, sen nokta.


Nokta için: Hak geldi Onu ve yaklaştırdı kendine. Başbuğ kıldı Onu ve ıstıfa etti. Suya kandırdı ve doyurdu Onu. Süzdü, süzdü de biricik kıldı Onu. Seslendi Ona. Çağırdı Onu, yordu, sıktı da terütaze yaptı onu. Korudu iyice ve binek edindi Onu. Onun dışındakilere sırt çevirince, Onunla yüzyüze geldi. Ve tam isabet etti. Çağrıldı, karşılık verdi. Gördü gereğini de ayrıldı, içti içeceğini de eksikliklerinden sıyrıldı. İyice yaklaştı da heybetten titredi. Bütün masivalardan yüz çevirdi… Şehirler, dostlar, sırlar, bakışlar, gözler, hatıralar, eserler ve izler… Arkadaşınız o Peygamber hiç sapmadı (Kur’an: Necm:2) Deliller, işaretler ardından gitmedi. Ve oyalanmadı… Sıkıntı çekip kıvranmadı da. Nerede ile uğraşmadı, gözü ne zaman ile ilgilenmedi: O neyse oydu, diyen Hallac doğrudan hüznü tanımlıyor: Hüzün ile isyan iki düşman. Teslimiyet, rıza ve boyun eğiş hüznün karakterleri. Nerede, ne zaman yok; sorgu yok sual yok, masiva yok. Teslimiyet halinde sen varsın ve senin bu halini halkeden Allah var.


Hüzün, an’a bağlı bir oluşumdan çok, tüm zamanlara mahsus bir yaşama biçimi. Cennetten gelen beşerin geliş zamanından, oraya dönüş zamanına kadar yaşadığı kadar yaşadığı bir ruhsal oluşum. Ki biz hüzünlü ümmetiz; cennetten çıkarıldığımız için eksik, ona duyduğumuz özlemle tamız. Elimizi sudan, yüzümüzü topraktan çekmeyişimiz hüzünlü halimizin göstergesi.

Ne içindeyim zamanın

Ne de büsbütün dışında

Yekpare, geniş bir anın

Parçalanmaz akışında

...

Kökü bende bir sarmaşık

Olmuş dünya sezmekteyim

Mavi, masmavi bir ışık

Ortasında Yüzmekteyim

(Ahmet Hamdi Tanpınar)

Fıtratlara başıboş olarak bahşedilmiştir hüzün; kimi zaman suda oynayan balık hükmünde, kimi zaman suyun kendisi ki makbul olan, bize tevarüs eden bu. Onu kontrol etmek yerine onda kaybolarak künhüne vakıf olunmalı.

sen ey yaz günlerini

top top ak çuhaya tebdil eyleyip

ve bir solgun gülümseme olarak

eğnine giyen şaman

buyur otur

şeyhim

samanyollarının ılık sedirine uzan

uzun, görklü ve sof

yüzünü bizden yana döndür

bize buydağın ateşini

gözlerin tımarını

ve hüznün varidatını anlat.

(Hilmi Yavuz)

Hüzün benim, melankoli benden olmayanların. Hüzün eşyayı ve kendini –sorgulamak için değil- halince seyretmek için arş-ı alaya uzatılan merdiven. Melankoli, kendinle savaşmak için kendi iç karanlığına sarkıtılan urgan.


Hüzün beyaz, melankoli siyah. Hüzün Rabbe yönelik, melankoli ene’ye. Hüzün tüm ruhların seyranı, melankoli tekil tutsaklık. Hüzün sağlık, melankoli hastalık.


Melankolinin belirleyici özellikleri, hayli ıstırap verici bir depresyon, dış dünyaya karşı ilgisizlik, sevme yeteneğinin kayboluşu, hiçbir işin üstesinden gelemeyiş, özgüven duygusunda kendini suçlayıp aşağılamalarla baş gösteren ve hezeyan şeklinde bir ceza beklentisine kadar varabilen bir zayıflama, diyor Sigmund Freud:

Hain bir rüyalar sürüsünün, esmer delikanlıları

Yastıkları üzerinde kıvrandığı saattir bu;

Çarpan ve kımıldanan kanlı bir göz gibi

Lambanın gündüz üzerinde kanlı bir leke olduğu

Ruhun, sert ve ağır vücut yükü altında,

Lamba ile gündüzün çarpışmalarını andırdığı saat.

Rüzgarların sildiği gözyaşlı bir yüz gibi

Havanın kaçan şeylerden ürperişlerle dolduğu

Ve her erkeğin yazmaktan, kadının sevmekten yorulduğu…

(Baudelaire)

-Ömer Lekesiz, Mimlerin Abecesi

Hiç yorum yok: